13 Nisan 2015 Pazartesi

Masal Derleme 4: IŞIK




Çok eski zamanlarda şimdiki gibi dünyanın her yerinde ışık yoktu. O zamanlar ışık sadece bir köyü aydınlatıyordu ve diğer köyler karanlıktı. Aydınlık köyün şefi ışığı sıkı sıkı saklıyor, diğer köylerle paylaşmıyordu. Diğer köylerin şefleri ise ışığı alabilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.

Karanlık köylerin şefleri zamanla ışığı kendi köylerine getirmek için verdikleri mücadelelerden vazgeçtiler. Sadece bir köyün şefi vazgeçmedi ve ışık için çabalamaya devam etti. Her hafta düzenli toplantılar yaparak yeni gönüllüler bulmaya çalışıyor, yeni fikirlere ve gönüllülere türlü türlü ödüller vaat ediyordu.

Günlerden bir gün bu karanlık köyün şefi yine halkı meydandaki ateşin başına topladı, cesaretlendirici ve cezbedici konuşmasını yaptı, halkın fikirlerini aldı ve gönüllü aramaya başladı. Halk artık umudunu yitirmişti. Çünkü şimdiye kadar gidenlerden hiç dönen olmuyordu. Orada neler yaşandığını, neden ışığa ulaşılamadığını öğrenemiyorlardı. Gidenlerin neden geri dönmedikleri veya dönemedikleri bile bilinmiyordu.

Halk kendi arasında konuşmaya, tartışmaya devam ederken tüm toplantıyı meydandaki çınar ağacının dalından izleyen Kuzgun* tek kanat çırpışla meydanın ortasına indi ve başladı konuşmaya… O kadar uzun konuştu, o kadar çok şey anlattı ki; halk dinlemekten yorulduğu için midir, önemsemediği için midir bilinmez, kimse Kuzgun’un anlattıklarını hatırlamıyor maalesef. Ama şefin dikkatini çeken son cümle “Işığı Size Getireceğim” cümlesi Kuzgun’un görevi almasına yetti. Kuzgun eğer görevi başarı ile tamamlayıp ışığı köye getirirse şefin kızı ile evlenme vaadini de aldı.

Heyecan içinde kayaların üzerindeki evine uçtu, tüm olup biteni bir çırpıda büyükannesine anlattı. Büyükannesi her zamanki alaycılığı ve aşağılayıcı tavrı ile;

-          Senin gibi beş para etmez bir kuş mu getirecek ışığı köye… Hıh, kimler gitti de getiremedi. Neyine güveniyorsun. Hem senin gibi pis kokan, tüyleri kirden birbirine yapışmış, kulakları tırmalayan bir sese sahip kuşla kim evlenir ki… Dinle benim sözümü de otur oturduğun yerde…

Kuzgun tüm bunları duymamazlıktan gelerek çıkınını topladı ve çıktı yola… Zifiri karanlığın içinde günlerce gecelerce yol aldı. Ve bir gün zifiri karanlığı delen, ufuk çizgisi görünümündeki aydınlığı fark etti. Kanatlarını daha hızla çırparak kısa sürede ulaştı ışığın olduğu köye…

Köye ulaştığında önce bir ağaç dalına tünedi, gözlerinin ışığa alışmasını bekledi ve başladı etrafı incelemeye. Yemyeşil kocaman ağaçların olduğu, çimlerin üzerinde rengârenk çiçeklerin güzel kokular yaydığı, neşeli ve pembe yanaklı insanların yaşadığı bir köydü burası. Köyün ortasından masmavi ve şırıl şırıl akan bir nehir geçiyordu. Nehrin başlangıç noktasındaki pınardan da köy kadınları testilerini suyla dolduruyorlardı. “Keşke” dedi Kuzgun, “Şefin kızı da burada olsaydı” ve burnuna gelen lavanta kokusuna doğru kafasını çevirdiğinde; incecik belli, saçları başının üstünde topuz yapılmış, alnındaki bantta parlak tüyler takılı olan şefin kızının pınara doğru yaklaştığını gördü. “Keşke” dedi yine Kuzgun, “elindeki testiyi doldurup su içse” ağzından kelimeler dökülür dökülmez şefin kızı testinin içine pınardan su doldurdu. İşte tam da su testiye dolarken Kuzgun vücudunda bir hareket hissetti. Tüylerinin üzerinde beyaz renkte kıvılcımlar çakmaya başladı ve Kuzgun kısa sürede küçücük ve yumuşacık bir tüye dönüştü. Sonra bıraktı kendini hafif hafif esen rüzgârın kollarına ve testinin ağzına yerleşti yavaşça… Şefin kızı tüyü fark etmeden suyla birlikte içti ve mucizevi şekilde hamile kaldı.

Zamanı gelince bir Kuzgun doğurdu şefin kızı. Şef torununu o kadar çok sevdi ki bir dediğini iki etmedi hiç. Ne isterse yaptı, ne isterse verdi. Hatta kendini torununa o kadar kaptırmıştı ki, ışığı almak için diğer köylerden gelebilecek tehlikeleri bile unutmuştu.

Kuzgun şefin kendisine olan zayıf noktasını ışığın yerini bulmak için kullanıyor, sürekli içinde ışığın olabileceğini düşündüğü şeylere sahip olmak istiyordu. Gak, gak, gaaak şu sandığı isterim! Gak, gak, gaaak şu kutuyu isterim! Gak, gak, gaaak şu vazoyu isterim. İstekleri yerine gelmezse ortalığı birbirine katıyor, cırtlak ve kaba sesiyle etrafındakileri bezdiriyordu. Böylece günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovaladı ve Kuzgun bir gün rafların arkasına saklanmış olan kutuları fark etti. Şefin uykuda olduğu bir zaman yine evde kıyametler kopardı ve kutuları istedi. Ama o kutuları şefin haberi olmadan kimse Kuzgun’a veremezdi. Kuzgun iyice çileden çıktı, ortalığı savaş alanına çevirdi ve sesini öyle bir yükseltti ki şef sinirle uykusundan uyanıp,

-         Verin şuna ne istiyorsa da sussun!

Deyip uyumaya devam etti. Şeften izin alındığı için kutuları Kuzgan’a verdiler. Kuzgun; içinde gece, güneş, ay ve yıldızlar olan kutulara şöyle bir baktı ve ilgilenmiyormuş gibi bir kenara fırlattı.

Sonra etrafın tenha olduğu bir gün güneşin olduğu kutuyu bir pençesine, ay ve yıldızların olduğu kutuyu diğer pençesine sıkıştırıp hızla köyüne doğru uçmaya başladı. Uçarken arkasında kalan köyün yavaş yavaş karanlığa gömüldüğünü hissediyordu.

Hiç durmadan hızla uçtu Kuzgun, şefin yetişme ihtimali kalmamıştı. Zaten çok geç fark etmişti ışığın çalındığını.

Kuzgun köylerin üstünden o kadar hızlı geçiyordu ki, köyler hafiften aydınlanır gibi oluyor ve kimse fark etmeden tekrar karanlığa gömülüyorlardı.  Kuzgun kısa sürede ulaştı köyüne, bir gece vaktiydi. Tüm köy halkı ve şef meydanda karşıladılar Kuzgun’u. Hepsi şaşkınlık ve heyecan içindeydiler. “Size Işığı Getirdim” dedi Kuzgun.

Hep birlikte meydandaki ateşin etrafındaki çimlere yatıp, odunların çıtırtısını dinleyip, kokusunu içlerine çekerek yıldızları ve ayı seyrettiler. Sabah olduğunda ise güneşin doğması ile daha önce hiç görmedikleri detayları, renkleri fark edip incelemeye başladılar. O kadar neşelenmişlerdi ki şarkılar söyleyip, dans etmeye başladılar.

Şef Kuzgun’un yanına yaklaşıp:

-         Kızımla evlenmeyi hak ettin. Bunun dışında dile benden ne dilersen.

Dedi.

Kuzgun:

-         Kutuları açarak muhafaza etmeni istiyorum dedi. Işıktan böylece tüm dünya yararlanabilecek…

Şef kutuların ikisini de açtı ve çadırının en güvenilir yerine yerleştirdi. İşte bu hatırlanmaya değer günden beri güneş, ay ve yıldızlar tüm dünyayı aydınlatır…




 Bir Kuzey Amerika Masalından Derleyen
Gizem Ardıç



*Kuzgun Hakkında Ansiklopedik Bilgi: Zekâsı, büyüklüğü ve simsiyah olması ile dikkat çeken bir kuş türüdür. Uçarken kuyrukları kama şeklinde durur. Basit, çalı çırpıyla yaptıkları yuvalarını ağaçların ya da kayalıkların üzerine yaparlar.

Kuzgunların zekâsıyla ilgili anlatılan çok sayıda öykü duyulabilir; çünkü kargagiller içinde en akıllı kuşlar oldukları düşünülmektedir. Bunda, oyunculuklarının ve akrobasi yeteneklerinin yanı sıra, çeşitli sorunlara çözüm üretebilme özelliklerinin de katkısı büyüktür. Sorunlarını çözümlerken doğada bulunan materyallerden de yararlanmaları zekâlarının ne denli gelişmiş olduğunun kanıtıdır. Kuzgunlar aynı zamanda hırsız kuş olarak da bilinirler. Bunun nedeni dişilerini etkilemek için özellikle parlak, beyaz ve mavi renkteki nesneleri yuvalarına taşımalarıdır.

ABD'de Alaska eyaletindeki Hayda ve Tlingit Kızılderilileri ile Yupik ve İnyupik Eskimolarının geleneksel inancı olan Şamanizm’de insanlar kuzgun tarafından yaratılmıştır.


9 Nisan 2015 Perşembe

Gizem Ardıç Exlibris


 
Kök salmışım... Kollarımı kaldırmış havaya, gökyüzünden aldığım güzelliği toprağa aktarıyorum. Dallarımda kırlangıçlar konaklıyor. Bazen ansızın esen rüzgârla dağılıyor, sonra duruluyorum...

Yaz sıcağında gölgemde kitap okuyanları, piknik yapanları, masal anlatanları, çalınan çalgıları, söylenen şarkıları, uyuyanları izliyor, neşeleniyorum…

Yaprak döküyorum zaman zaman, içime dönüyorum… Baharda tekrar çiçekleniyor renkleniyorum, gelen kırlangıçları ağırlıyorum. Her gelişlerinde çocukluğumda okuduğum “Parmak Çocuk” masalındaki kırlangıç gelir mi diye meraklanıyor, heyecanlanıyorum…

Belki bilmezsiniz ama gövdemin içinde gizli bir bahçem var benim, herkese açmadığım, içinde kendimce bir ahengi olan… Hani “Elma Ağacı’nın Gizli Kalbi Masalı”ndaki gibi… Orayı sadece benim izin verdiklerim görebilir. Ahengi bozmayacağına güvendiklerim. Şimdiye kadar bozan olmadı mı, oldu tabii ki… Hatta bozmasına izin verdiklerim bile oldu. Sonra ne mi oldu? Çıkıp gittiler bahçemden, hoşça kal bile demeden… Ben zamanla açtım yine kollarımı güneşe, güçlendirdim köklerimi.

İşte hayat böyle bir şey galiba; zaman zaman çiçekli, neşeli… Zaman zaman kuru, kupkuru…

İşte benim “EXLIBRIS*"imin hikâyesi bu…

Yemyeşil dallarıma değen rüzgâr, sevgilerimi ulaştırsın size…


 

* Exlibris bir nevi kitabın kartvizitidir. Kitap kapağının iç kısmına yapıştırılır. Kitap sahibinin adının ve yine kitap sahibine ait özelliklerin resim ve şekillerle anlatıldığı küçük yapıtlardır.