Çok eski zamanlarda şimdiki gibi
dünyanın her yerinde ışık yoktu. O zamanlar ışık sadece bir köyü aydınlatıyordu
ve diğer köyler karanlıktı. Aydınlık köyün şefi ışığı sıkı sıkı saklıyor, diğer
köylerle paylaşmıyordu. Diğer köylerin şefleri ise ışığı alabilmek için
ellerinden geleni yapıyorlardı.
Karanlık köylerin şefleri zamanla
ışığı kendi köylerine getirmek için verdikleri mücadelelerden vazgeçtiler.
Sadece bir köyün şefi vazgeçmedi ve ışık için çabalamaya devam etti. Her hafta düzenli
toplantılar yaparak yeni gönüllüler bulmaya çalışıyor, yeni fikirlere ve
gönüllülere türlü türlü ödüller vaat ediyordu.
Günlerden bir gün bu karanlık
köyün şefi yine halkı meydandaki ateşin başına topladı, cesaretlendirici ve
cezbedici konuşmasını yaptı, halkın fikirlerini aldı ve gönüllü aramaya
başladı. Halk artık umudunu yitirmişti. Çünkü şimdiye kadar gidenlerden hiç
dönen olmuyordu. Orada neler yaşandığını, neden ışığa ulaşılamadığını
öğrenemiyorlardı. Gidenlerin neden geri dönmedikleri veya dönemedikleri bile
bilinmiyordu.
Halk kendi arasında konuşmaya,
tartışmaya devam ederken tüm toplantıyı meydandaki çınar ağacının dalından
izleyen Kuzgun* tek kanat çırpışla meydanın ortasına indi ve başladı konuşmaya…
O kadar uzun konuştu, o kadar çok şey anlattı ki; halk dinlemekten yorulduğu
için midir, önemsemediği için midir bilinmez, kimse Kuzgun’un anlattıklarını
hatırlamıyor maalesef. Ama şefin dikkatini çeken son cümle “Işığı Size
Getireceğim” cümlesi Kuzgun’un görevi almasına yetti. Kuzgun eğer görevi başarı
ile tamamlayıp ışığı köye getirirse şefin kızı ile evlenme vaadini de aldı.
Heyecan içinde kayaların
üzerindeki evine uçtu, tüm olup biteni bir çırpıda büyükannesine anlattı.
Büyükannesi her zamanki alaycılığı ve aşağılayıcı tavrı ile;
-
Senin gibi beş para etmez bir kuş mu getirecek
ışığı köye… Hıh, kimler gitti de getiremedi. Neyine güveniyorsun. Hem senin
gibi pis kokan, tüyleri kirden birbirine yapışmış, kulakları tırmalayan bir
sese sahip kuşla kim evlenir ki… Dinle benim sözümü de otur oturduğun yerde…
Kuzgun tüm bunları duymamazlıktan
gelerek çıkınını topladı ve çıktı yola… Zifiri karanlığın içinde günlerce
gecelerce yol aldı. Ve bir gün zifiri karanlığı delen, ufuk çizgisi
görünümündeki aydınlığı fark etti. Kanatlarını daha hızla çırparak kısa sürede
ulaştı ışığın olduğu köye…
Köye ulaştığında önce bir ağaç
dalına tünedi, gözlerinin ışığa alışmasını bekledi ve başladı etrafı
incelemeye. Yemyeşil kocaman ağaçların olduğu, çimlerin üzerinde rengârenk
çiçeklerin güzel kokular yaydığı, neşeli ve pembe yanaklı insanların yaşadığı
bir köydü burası. Köyün ortasından masmavi ve şırıl şırıl akan bir nehir
geçiyordu. Nehrin başlangıç noktasındaki pınardan da köy kadınları testilerini
suyla dolduruyorlardı. “Keşke” dedi Kuzgun, “Şefin kızı da burada olsaydı” ve
burnuna gelen lavanta kokusuna doğru kafasını çevirdiğinde; incecik belli,
saçları başının üstünde topuz yapılmış, alnındaki bantta parlak tüyler takılı
olan şefin kızının pınara doğru yaklaştığını gördü. “Keşke” dedi yine Kuzgun, “elindeki
testiyi doldurup su içse” ağzından kelimeler dökülür dökülmez şefin kızı testinin
içine pınardan su doldurdu. İşte tam da su testiye dolarken Kuzgun vücudunda
bir hareket hissetti. Tüylerinin üzerinde beyaz renkte kıvılcımlar çakmaya
başladı ve Kuzgun kısa sürede küçücük ve yumuşacık bir tüye dönüştü. Sonra
bıraktı kendini hafif hafif esen rüzgârın kollarına ve testinin ağzına yerleşti
yavaşça… Şefin kızı tüyü fark etmeden suyla birlikte içti ve mucizevi şekilde
hamile kaldı.
Zamanı gelince
bir Kuzgun doğurdu şefin kızı. Şef torununu o kadar çok sevdi ki bir dediğini
iki etmedi hiç. Ne isterse yaptı, ne isterse verdi. Hatta kendini torununa o
kadar kaptırmıştı ki, ışığı almak için diğer köylerden gelebilecek tehlikeleri
bile unutmuştu.
Kuzgun şefin
kendisine olan zayıf noktasını ışığın yerini bulmak için kullanıyor, sürekli
içinde ışığın olabileceğini düşündüğü şeylere sahip olmak istiyordu. Gak, gak,
gaaak şu sandığı isterim! Gak, gak, gaaak şu kutuyu isterim! Gak, gak, gaaak şu
vazoyu isterim. İstekleri yerine gelmezse ortalığı birbirine katıyor, cırtlak
ve kaba sesiyle etrafındakileri bezdiriyordu. Böylece günler haftaları,
haftalar ayları, aylar yılları kovaladı ve Kuzgun bir gün rafların arkasına
saklanmış olan kutuları fark etti. Şefin uykuda olduğu bir zaman yine evde
kıyametler kopardı ve kutuları istedi. Ama o kutuları şefin haberi olmadan
kimse Kuzgun’a veremezdi. Kuzgun iyice çileden çıktı, ortalığı savaş alanına
çevirdi ve sesini öyle bir yükseltti ki şef sinirle uykusundan uyanıp,
-
Verin şuna ne istiyorsa da sussun!
Deyip uyumaya
devam etti. Şeften izin alındığı için kutuları Kuzgan’a verdiler. Kuzgun; içinde
gece, güneş, ay ve yıldızlar olan kutulara şöyle bir baktı ve ilgilenmiyormuş
gibi bir kenara fırlattı.
Sonra etrafın
tenha olduğu bir gün güneşin olduğu kutuyu bir pençesine, ay ve yıldızların
olduğu kutuyu diğer pençesine sıkıştırıp hızla köyüne doğru uçmaya başladı. Uçarken
arkasında kalan köyün yavaş yavaş karanlığa gömüldüğünü hissediyordu.
Hiç durmadan
hızla uçtu Kuzgun, şefin yetişme ihtimali kalmamıştı. Zaten çok geç fark
etmişti ışığın çalındığını.
Kuzgun köylerin
üstünden o kadar hızlı geçiyordu ki, köyler hafiften aydınlanır gibi oluyor ve
kimse fark etmeden tekrar karanlığa gömülüyorlardı. Kuzgun kısa sürede ulaştı köyüne, bir gece
vaktiydi. Tüm köy halkı ve şef meydanda karşıladılar Kuzgun’u. Hepsi şaşkınlık
ve heyecan içindeydiler. “Size Işığı Getirdim” dedi Kuzgun.
Hep birlikte
meydandaki ateşin etrafındaki çimlere yatıp, odunların çıtırtısını dinleyip,
kokusunu içlerine çekerek yıldızları ve ayı seyrettiler. Sabah olduğunda ise
güneşin doğması ile daha önce hiç görmedikleri detayları, renkleri fark edip
incelemeye başladılar. O kadar neşelenmişlerdi ki şarkılar söyleyip, dans etmeye
başladılar.
Şef Kuzgun’un
yanına yaklaşıp:
-
Kızımla evlenmeyi hak ettin. Bunun dışında dile
benden ne dilersen.
Dedi.
Kuzgun:
-
Kutuları açarak muhafaza etmeni istiyorum dedi.
Işıktan böylece tüm dünya yararlanabilecek…
Şef kutuların
ikisini de açtı ve çadırının en güvenilir yerine yerleştirdi. İşte bu
hatırlanmaya değer günden beri güneş, ay ve yıldızlar tüm dünyayı aydınlatır…
Bir Kuzey Amerika Masalından Derleyen
Gizem Ardıç
*Kuzgun Hakkında Ansiklopedik Bilgi: Zekâsı,
büyüklüğü ve simsiyah olması ile dikkat çeken bir kuş türüdür. Uçarken
kuyrukları kama şeklinde durur. Basit, çalı çırpıyla yaptıkları yuvalarını
ağaçların ya da kayalıkların üzerine yaparlar.
Kuzgunların zekâsıyla
ilgili anlatılan çok sayıda öykü duyulabilir; çünkü kargagiller içinde en
akıllı kuşlar oldukları düşünülmektedir. Bunda, oyunculuklarının ve akrobasi
yeteneklerinin yanı sıra, çeşitli sorunlara çözüm üretebilme özelliklerinin de
katkısı büyüktür. Sorunlarını çözümlerken doğada bulunan materyallerden de
yararlanmaları zekâlarının ne denli gelişmiş olduğunun kanıtıdır. Kuzgunlar
aynı zamanda hırsız kuş olarak da bilinirler. Bunun nedeni dişilerini etkilemek
için özellikle parlak, beyaz ve mavi renkteki nesneleri yuvalarına
taşımalarıdır.
ABD'de Alaska
eyaletindeki Hayda ve Tlingit Kızılderilileri ile Yupik ve İnyupik
Eskimolarının geleneksel inancı olan Şamanizm’de insanlar kuzgun tarafından
yaratılmıştır.